Öykü Yıldırım Lüleci ve Lüleci ailesi kimdir? Ailenizden ve kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba, 1990 yılında Kocaeli’de doğdum. Üniversiteye başlayana kadar eğitim sürecimi Kocaeli’de tamamladım. Üniversite için 2008 yılında Psikoloji Bölümünü okumak üzere Sofya’ya yerleştim. 7 yaşımdan beri tiyatro ve sporla iç içe büyüdüm. Spor, zaman içerisinde yaşam şeklim hâline geldi. Üniversiteyi bitirince, kariyerime başlamak için Kocaeli’ye döndüm. O dönem, bir spor salonuna yazıldım. Platonik çocukluk aşkım; eşimden, özel ders almaya başladım. Bu sefer eşim Kerem’e olan aşkım, geç de olsa karşılık buldu ve biz 2016 yılında evlendik… Evren bize bir mucize verdi; oğlumuz Onur, dünyaya merhaba dedi. Şu anda Akademi Hastanesi’nde kariyerime devam ediyorum. Eşimin de kendine ait spor salonu var. İşinden keyif alan, işini severek yapan bir çiftiz; ancak mesai bittiği an tüm konsantrasyonumuzu, enerjimizi birbirimiz için harcıyoruz. 

MUTLU İNSAN, MUTLU AİLEDEN GELİR

Öykü Hanım, bir psikolog olarak mutlu insanı, ailenizden yola çıkarak nasıl tanımlarsınız?

Benim düşüncelerime, hissettiklerime, tercihlerime saygı duyan; kulak veren bir aileden geliyorum. Herhangi bir adım atarken tereddüt etmediğim gibi, arkamı toplaması için de kimseye güvenmedim. Çok kıymetli bir nokta var; hata da yapsam, ailemle paylaşabileceğime ve birlikte bir çözüm üretebileceğimize güvendim. Arkadaşlarımdan çok ailemle güldüm.  Kendi egolarını bana dayatmadılar ve hayattan birlikte keyif aldık. Bu sebeple; mutlu insan, mutlu aileden gelir diyebilirim.

“Hamurunda sevgi varsa; hayata karşı tedirgin değildir, daha az kaygılıdır.” 

"Sevgiyle büyüyen çocuk, kendini girdiği her ortamda belli eder" derim hep. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? 

Sevgi; güven verir, huzurlu hissettirir. Sevginin farkında olan bir çocuğu ya da yetişkini girdiği ortamlarda tanırsınız. Sevgi insanı; etrafına saçtığı enerjiden, güveninden, insanlara karşı yaklaşımından, hayattaki duruşundan kendini belli eder. Hamurunda sevgi varsa; hayata karşı tedirgin değildir, daha az kaygılıdır. 

EVİMİZİ, YUVA HİSSETMEME SEBEP EN ÖNEMLİ ŞEY; EVDEKİ PAYLAŞIMLARIMIZ

Bir evi, sizce yuvaya dönüştürecek olan şey nedir? Siz şu an içinde bulunduğumuz bu evi, yuvaya dönüştürdünüz mü?

Kendi evimizi, yuva hissetmeme sebep en önemli şey; evdeki paylaşımlarımız. Evdeki her şey; her zaman, herhangi bir şekilde kullanılabilir. Evimizdeki eşyalarda birikmiş anılar saklı. Kimi eşya benim ailemden kalan, kimisi de Kerem’in ailesinden kalan antikalar. Bazılarını ise biz birlikte yaptık. Kusursuz, müze gibi sergilenecek bir evimiz olsun istemedik.  

SAYGIYI KORUYAN BİRAZ DA ÖZVERİ OLUYOR 

"Saygı" elimizdeki sihirli anahtar olsun. Bence bu anahtar sayesinde her iletişim kazasından yara almadan ayrılabiliriz. Sizin de aile olarak elbet fikir anlaşmazlıklarınız oluyordur. Bu konudaki sonuçları, deneyimle taçlandırmış bir psikolog olarak, okuyucularımızla paylaşmak ister misiniz?

Elbette bizim de anlaşmazlığa düştüğümüz noktalar oluyor. Sağlıklı halledebilmemizin anahtarı; empati. Mühim bir konu varsa, konuşmak için ayaküstü bir ortam yaratmamaya özen gösteriyorum. O konunun, önemli olduğunun mesajını Kerem’e de verebilmek için bir yemekle anı etiketliyorum ya da televizyon açıksa sesini kısıp; “birazdan önemli bir şey konuşacağız” mesajını veriyorum. Laf sokmak, kapris yapmak, küsmek tercih ettiğimiz yollar değil. Saygıyı koruyan biraz da özveri oluyor.   

Aile içinde kızgınlığını herkes farklı mı dışa vuruyor, yoksa aynı şekilde mi? Örneğin ben kızgınlık anımda 24 saat üzerine uyumayı seçerim.

Böylece sakinleşmiş olur ve daha sağlıklı bir karar alırım. Kötü duyguları istiflemeyi seven biri değilim. Yanlış anlaşılmaların, soğuklukların önünü kesmek adına; mümkün olan en kısa ve uygun zamanda konuşmayı tercih ediyorum. Kerem genelde bir süre kendi içinde konuyu sindirmeye çalışır, yanlış tepki vermemek için o ortamdan uzaklaşır ya da benim uzaklaşmama saygı duyar. 

"Çocuklar, yanlış öğretilerle büyüdüğünde; ebeveynlerini yemek yememeyle, ders çalışmamayla tehdit edebiliyor" 

Bir eğitim bilimcinin kitabında okumuştum. Ödülün, çocuk için aslında bir ceza olduğunu yazmıştı. Peki siz çocuğunuza, "ödevlerini yaparsan tabletinle oynayabilirsin" minvalinde bir koşul sunup, karşılığında da tableti/bilgisayarı ya da herhangi bir şeyi ödül olarak veriyor musunuz?

Bilgisayar/tablet kırmızı çizgilerimden. Onur henüz 19 aylık ve günde en fazla yarım saat çizgi film izliyor. Çizgi filmi de ona ödül olarak sunmuyoruz. Bizim evimizde, ödül-ceza-koşul sistemleri uygulanmıyor; ama oğlumuz Onur, tercih ettiği davranışların bedelini ödüyor. Örneğin; yemeğini yememe konusunda ısrarcıysa (başlarda bunu yapmakta çok zorlanıyordum) üstelemiyorum ve onu bir dahaki öğüne kadar bekletiyorum. Yemeğini benim için yemiyor. Çocuklar, yanlış öğretilerle büyüdüğünde; ebeveynlerini yemek yememeyle, ders çalışmamayla tehdit edebiliyor.

Çocuklarımızın, ellerindeki mavi ekrana bağımlı olması ne yazık ki su götürmez bir gerçek. Kendi çocuğunuzu, mavi ekrana bağımlı olmaması için kısıtlıyor musunuz?

Çocuğa televizyon izletmek, eline tablet vermek kısa vadede annebaba açısından konforlu tabii. Ancak bilinçli kullanılmayan teknolojinin olumsuz etkileri aşikâr. Çocuğa ilk ne öğrettiğiniz önemli. Arkadaşlarımızla toplandığımızda, önce Onur’un ortama olan merakını gideriyoruz, oyun oynuyoruz. Sonra o da masada makul bir zaman oturup, bizimle birlikte keyif alıyor. Çocuk, emek istiyor; ama önce biz bir şeyler vermeliyiz ki kendine sorumluluklar edinmeye başladığında, çocuktan beklentilere girebilelim. 

Peki, çocuk için bir sınırlama getirildiğine anne ya da baba bu sınırlamayı esnetiyor mu? 

Sınırlarımız konusunda birbirimizle uyumluyuz. Hepimizin çocukluğunda anneanne, babaanne, dede ile şımardığı, nazının geçtiği durumlar olmuştur, biz de onların bazı kaçamaklarını hoş görüyoruz, hatta bu anlar bizi mutlu ediyor . Ailelerimiz tarafından şanslıyız; onlar da çok bilinçli yaklaşıyor; tamamen geleneksel davranmıyor, bizim anne-baba olarak el sıkıştığımız konularda kapris yapıp ters düşmüyor, sınırları aşmıyor ve saygı duyuyorlar.

Günümüzde, özellikle de gençler bilinçsizce evlenip, bilinçsiz ebeveyn oluyor. Elbette devamındaki boşanmalar da kaçınılmaz oluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Bu bilinçsizliğin özünde yine sevgisiz bir aileden gelmek var bence. Ben, aşk evliliğinden doğan bir çocuk olduğum için evlilik yoluna girerken önceliğim aşktı. Geleneklerimizin ötesinde evlendik. Aramızda çeyiz alma, erkek tarafı-kız tarafı muhabbetleri olmadı. Kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın olduğum için evliliğimizle ilgili Kerem’den maddi beklentilerim olmadı. Bir başkası daha materyalist davrandığı için onu eleştiremeyiz; elbette her tercihin bedelleri var. Bunları iyi düşünmek gerekiyor.  

Keyifli sohbetiniz için teşekkür ediyorum Öykü Hanım. Siz, son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

Time Kocaeli aralık sayısının, yeni yılı karşılama sayısı olması nedeniyle herkese geriye baktığında; huzur, mutluluk ve sağlıkla hatırlayacağı bir yıl diliyorum. Bu sene hayatınızda yönetebildiğiniz şeylerin farkına varın ve kendiniz için en iyisini yapın. Yönetemediklerinize de uyum sağlamaya çalışın. Mutlu bir yıl ancak bu şekilde olabilir. Hoşça kalın…