Merhabalar Sayın Eriş Ülger, nasılsınız? 
Sevcan Hanım, vallahi bana nasılsınız demeyin. Türkiye nasılsa, bende öyleyim. Yani, iyiyim diyemiyorum ne yazık ki.                                         
Efendim, siz tarihimizin en değerli hazinesine sahip bir bilim adamısınız. Ancak okurlarımız sizi, kendi ifadelerinizle tanımak ister. Eriş Ülger kimdir? 

Eriş Ülger, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün en yakın arkadaşı Salih Bozok ve manevi kızı  Sabiha Gökçen’in manevi oğludur. Ankara doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Ankara’da tamamladım. Sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinden mezun oldum. Ve 1967 yılında, yurt dışında çalışma hayatına başladım.                                                                                
 Benim çok merak ettiğim, manevi anneniz Sabiha Gökçen’le tanışmanız. Bu tanışma nasıl oldu? Böylesi büyük bir şansı nasıl kazandınız?                                                                                            
Benim ömrüm boyunca unutamayacağım heyecanlardan biriydi bu. 1953 yılının 10 Kasım tarihinde düzenlenen, “Atamızın Türk Gençliğine Hitabesi” adlı, yurt çapında gerçekleşen bir yarışmaya katılmaya karar verdim. 11- 12 yaşlarındaydım. Günlerce hazırlandım ve seçildim. O gün, aynı zamanda Atatürk’ün aziz naaşı Etnografya Müzesi’nden alınıp Anıtkabir’e nakledilecekti. Ben o heyecanla karşımdaki muazzam topluluğa, tüm benliğimle, bu hitabeyi ağlayarak okudum. Sabiha Gökçen Hanımefendi de tabii ki o törendeymiş. Çok beğenmiş. Beni merak etmiş ve görmek istemiş. Annemden izin alıp, gelen görevliyle Sabiha Gökçen’in evine gittik. Bana bir takım sorular sordu. Sorular Atatürk’le ilgiliydi. “Neden bu kadar Atatürk’e bağlısın?” dedi. Bende çocuğum tabii, dilimin döndüğünce anlattım. Bana sempatiyle baktı. Zaten kendi çocuğu da yoktu. Ondan sonra da bağlarımız hiç kopmadı. Evladı kabul ettiği günden vefatına kadar, ana oğul ilişkisinin en mükemmelini yaşadık. Bana hiç Eriş demedi. Daima “Eriş Bey oğlum.” derdi. Bu birliktelik bana, Atatürk’ü birinci ağızdan dinleme şansına sahip olma yolunu açtı. “Annemle konuşurken karşımda sanki Atatürk konuşuyormuş gibi gelirdi.” Ben; öz annem hariç, onun gibi bir hanımefendinin bir daha dünyaya geleceğine inanmıyorum.

Anneniz Sabiha Hanım Atatürk’ü nasıl anlatırdı size?                                                                                                                 Anneme Atatürk dediğiniz zaman, hemen gözleri dolardı. Atatürk’ün Türk milletine Allah’ın büyük bir lütfu olduğunu söylerdi. “Nadir bir devlet adamı ama biz, onun yeterince değerini bilemedik.” derdi. Ben de bugün aynı kanıdayım. Dünyada gezmediğim yar kalmadı. Ben Türk milleti kadar zeki, çalışkan, yaratıcı bir millet görmedim. Bunları çok samimi söylüyorum.  Ama Türk milleti kadar, içinde haini bol başka bir millet de görmedim. Bizim en büyük hatamız Atatürk’ün bize emanet ettiği şeylere sahip çıkamamamızdır. Onunla ilgili birçok kitap yazdım. Bunların 12 tanesi Fransızca, İngilizce, Almanca ve İtalyanca. Bu milletlerin hepsi Atatürk’ü tanıdılar, öğrendiler. Onlar öğrendi ama bizimkiler hala öğrenemedi. Mustafa Kemal bize medeniyeti getirdi, uygarlığı getirdi.                                                                                                                                    Peki, Ata’dan kalan neler var elinizde?                                                                                                                                 
Bana Ata’mdan kalan çok eser ve anı var. Onlardan en özel kalanlar; Cumhurbaşkanı seçildikten sonra TBMM’nin kendisine armağan ettiği kurdele ve istiklal madalyası, Vahdettin tarafından armağan edilen madalya, Harp Okulu’ndan mezun olduğu gün verilen Alman yapısı tabanca… Atatürk’ün Çankaya Köşkü’nde kullandığı kahve fincanı. Doktor Fissinger ile Savarona yatında içtiği, telvesiyle birlikte saklanan son kahvesinin fincanı. Sakarya adlı atının eyeri. Altın işlemeli sigara tabakası, Amasya kararının alındığı gün Mustafa Kemal Atatürk’e armağan edilen cüzdan gibi… Ve birbirinden değerli birçok fotoğraf var. Orijinal objeler. Kısaca söylemek gerekirse, Anıtkabir’de bile göremeyeceğiniz eşyalar mevcut müzede.                                                   

Eriş hocam. Bu değerli hazineden oluşan müze için neden İzmit’i seçtiniz?                                                                         
İzmit, Ata’mız için büyük önem taşımaktadır. Müzeyi özellikle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda açtık. Bakınız 19 Kasım 1938’de Atatürk’ün naaşı Yavuz Zırhlısı ile İstanbul’dan İzmit’te getirildi. İki saat kadarda İzmit’te bekletildi. O nedenle ilk sergimizi, tarihi gar salonunda açtık. Sonra İzmit Belediye Başkanı Sayın Fatma Kaplan Hürriyet Hanımefendi, bu işin peşini bırakmadı. Vallahi müthiş bir başkan. Ve nihayetinde onların büyük katkılarıyla Akçakoca Mahallesi’nde bulunan tarihi Yeşil Konak’ı bu işe tahsis etti. Yani birlikte muhteşem bir müzeyi topluma hediye ettik. Sayın Başkan Fatma Hanım’a müteşekkirim. İçeriyi gezenler Atatürk’ü çok daha yakından tanıyacak; Ata’ya ait özel eşyalarını görerek, kendisini görmüş gibi olacaklardır. Eminim ki bu müze, İzmit’in Anıt Kabri olacaktır. Çevre illerden birçok insan gezmeye gelecektir. Bu gün görüyorum da beklenenin de üstünde bir ilgi var Ata’mızın Müzesine.                                                                                                                                     

Atatürk’ün çok sevdiği, özel ilgi duyduğu eşyası var mıydı? Varsa hangisiydi?                                                                      Tüm dünyadaki devlet adamları fotoğraf çektirirken üzerlerinde birçok madalya taşırlar. Atatürk ise bir tek İstiklal Madalyası’nı takardı. Sanırım en kıymetli ve özel eşyası buydu.                                        

Sayın hocam, Atatürk neden siroz hastası olmuştu. Ve ölüm nedeni bu hastalık mıydı?                                                        Mustafa Kemal 1937- 1938’ler de hastalanmamıştı. Atatürk 1933 yılında, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Yıl kutlamalarında hastaydı zaten. Hastalığı, teşhisi 1931 yılında konulmuştu. Madem bu konuyu açtık, biraz içeriğine değinelim. Atatürk’ün hastalığının nedeni, yani sirozun nedeni çok içki içmesi değil sık sık geçirdiği sıtma ve bu hastalığın karaciğerde yaptığı onarılmaz tahribattır. Belgesi de benim elimde vardır. Beş yaşından bu yana tam 11 defa sıtma geçirmiştir. Sıtma hastalığının o günlerdeki tek ilacı kinindir. Ayrıca, gece gündüz demeden çalışan vücut ve beyin kendisini çok zayıf düşürmüştür. Bir insanın asla kabul edemeyeceği miktarda içkiyi bir gecede içmesi gibi saçma bir konuyu gündeme getireceğimize; Ata’mızın başarılarını, zaferlerini ve bu millete sunduğu kazanımları konuşmak lazım. Atatürk dünyada doğum günü ve ölüm günü bilinen ve anılan tek liderdir. Keşke bunu konuşabilseydik.                                                                                                                                                                       
Sayın Eriş, Atatürk’ün çok fazla arkadaşı, dostu yoktu diye anlatıyorsunuz. Nedeni nedir?                                      
Atatürk’ün arkadaşı değil kimsesi yoktu. Sevincini veya hüznünü paylaşacak bir kişi, başını dayayacak bir omuz bulamadı. Zaferlerinin sevincini kimseyle paylaşamamıştır. Yanında adı çok anılan birçok isim vardı tabii. Ancak bu sadece görüntüdeydi. Atatürk hiçbir dostu, arkadaşı Kurtuluş Savaşı’nda ne yanında olmuşlar ne de katılmışlardır. İddia eden varsa, ben buradayım. Bana yanlışı mı söylesinler? Bakın ben size söyleyeyim, en yakın arkadaşı kimdi biliyor musunuz? Bir, Anadolu kadını. İki, Anadolu erkeği.  Atatürk’ün iki tane candan dostu vardı. Mustafa Kemal şöyle derdi: “Anadolu kadını yerde sürünecek değil, başta taşınacak kadar değerlidir.”. Anadolu kadınının canı yandığı zaman, vatanı için yapmayacağı şey yoktur. Oysa daima yanında sanılan, adı onunla anılan sözde dostları, Ata’nın kongrede başkan seçilmemesi için dâhi ellerinden geleni yapmışlardır. Kendisine adeta muhalefet gurubu kurmuşlardır. Ve Latife Hanım gibi bir eşe sahip olması da büyük bir şanssızlığıdır.                                        

İyi de İsmet İnönü’yle arası nasıldı. Dostu değil miydi? Yoksa araları açık mıydı?                                                   
Hayır, hayır asla yoktu böyle bir şey. Söylenen şeyler var bu konuda ama asla doğru değil. Tarih konusunda yalan söylenmez. Çünkü gün gelir, hepsi açığa çıkar. İsmet Paşa’ya dargınmış. Yok böyle bir şey. Aralarında devlet konularında tabii ki tartışmalar olmuştur. Suskun devletlerde demokrasi, ilerleme ve gelişme olamaz. İsmet Paşa dış görüşmeleri yapan insandı. O nedenle daima, aralarında hararetli konuşmalar olurdu. Ancak birbirlerini sever ve sayarlardı. Atatürk ona olan saygı ve sevgisini sık sık dile getirirdi. Külliyen yalan.                                       

Eriş bey, son olarak şunu sormak isterim. Latife Hanım’la evliliği şanssızlık, mutlu değildi, dediniz. Bunun nedeni neydi?                         
Hanımefendi, Atatürk’ün evliliği bir yanlış anlamadan ibaretti. Salih Bozok Beyefendi’nin bir yanlış anlamasıyla, annesi Zübeyde Hanım’ın evlilik kararı sonucu olmuştur. Bu evliliği, Latife Hanım’ı, babası gibi sevdiği Salih Bozok çok istemişti. Önce Zübeyde Hanım da bu evliliği onaylamamıştı. Tam bu arada yanlış bir anlama bu fikri değiştirmiştir. Ve Ata annesinin hatırını kıramamıştı. Atatürk karısıyla hiçbir şey paylaşamamıştır. Hiçbir mutluluğunu bölüşememiştir. Çok kıskanç ve geçimsiz bir insanmış Latife Hanım. Mutlu bir gün yaşatmamış Atatürk’e. Sevdiği ve hiç unutamadığı tek aşkı ise Fikriye Hanım. Onu çok sevmişti, Atatürk. Fikriye Hanım da Ata’mızı... Son nefesinde bile onu sayıkladı. Hasta yatağında, ona gözyaşları içinde şiirler yazdı. Çok büyük ve güçlü bir lider ancak hayatı hüzünlerle dolu bir kişilikti, Mustafa Kemal.                                                                                                                                                                             
Eriş hocam siz de ayrı bir hazinesiniz Atatürk adına. İçiniz dolu o anlatımlarla, kalbiniz kırık duyarsızlıklara… Ancak iyi ki bu bilgilerle donatılmış bir Eriş Ülger var aramızda. Size tüm değerler adına sonsuz teşekkür ederim. Bu röportaj, okuyana ışık olacaktır. Ayrıca tüm okurlarımıza bu muhteşem Atatürk Müzesi’ni ziyaret etmelerini öneririm.