Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’daki ilk başkenti olma ünvanı ve onuruna sahip Nikomedia’da imparator olan Diocletianus; zamanında üçüncü yüzyıl krizi sona erince, ilk işi Nikomedia’yı başkent yapmak oldu ve büyük imar hareketlerine girişti. Nikomedia’nın imparatorluk başkenti olmasında başlıca etken; Diocletianus’un burada iktidara çıkışının bir yansıması olmasıydı. Bunun yanı sıra, batıdaki Tuna ve doğudaki Fırat nehirlerine eşit uzaklıkta olması, Asya-Avrupa sınırındaki kentin kara ve deniz ulaşımı ile hem kuzey hem batı sınırlarına olan ulaşım uygunluğu idi. Bir geçit yeri olan Nikomedia, Roma yolları üzerinde olup, özellikle askeri ulaştırma bakımından büyük önem taşıyordu. Doğuda Perslere karşı sefere giden Roma lejyonları Nikomedia’dan geçiyor, bu geçiş de şehirde ticari faaliyeti arttırıyordu. Boğazlara hakim olan Nikomedia’da devamlı olarak bir Roma filosu bulunuyordu. O döneme ait kent sikkelerinde savaş ve ticaret gemisi betimlemeleri görülür. Gotların saldırısı ve depremden sonra, şüphesiz Nikomedia’nın yeniden yapılaşmaya ihtiyacı vardı. Özellikle bayındırlığa büyük önem vererek ve zorla da olsa tüm hükümdarlığı boyunca oturacağı yeni başkenti Nikomedia’yı güzelleştirmek için çok çaba gösterdi. 

DÖNEMİNİN DÜNYADAKİ 4. BÜYÜK KENTİ

Diocletianus, vaktinin önemli bir bölümünü ve doğunun zenginliklerini, Nikomedia’yı güzelleştirmek için harcadı. Nikomedia’yı Roma kadar güzel bir şehir yapmak isteyen imparator, bunun için kentin birçok kısmını yıktırıp yeniden inşa ettirdi. Nikomedia’da kendisine, karısına ve kızına saraylar inşa ettirdi; tapınaklar, duvarları Babil’in kent duvarlarından daha kalın olan bir hipodrom, darphane, zırh imalathanesi ve bir tersane inşa ettirdi. Tüm bu yapılaşma sayesinde Nikomedia’nın ünü dünyaya yayılmış ve normal şartlarda yüzyıllar sürebilecek, tarihindeki en büyük nüfus artışına sahne olmuştu. Libanius’a göre 100.000’i aşkın nüfusuyla Roma, Antakya ve İskenderiye’den sonra dünyanın 4. büyük kültür ve ticaret merkezi haline geldi. Kente bir Roma Kolonisi statüsü verildiğinde belki de türünün son örneği olarak, antik bir onura sahip oldu. 

(Diocletianus döneminde Roma İmparatorluğu sınırları)

NIKOMEDIA, ÖNEMLİ BİR DENİZ TİCARET MERKEZİYDİ

Yoğun bir yeniden yapılaşma süreci; saray, sirk ve diğer etkileyici kamu binaları ile Nikomedia’ya emperyal bir başkent havası verdi. Kent, parçalı da olsa ayakta tek kalabilmiş olan surlarla çevrildi. Akropolis surları, sarp yamaçlar ve kıyı hattını kuşatacak şekilde yapılmıştı. Soydan, Belsa Plaza ve tekel binalarının bulunduğu bu alandaki yapıların temellerinde su biriktirme havuzları ile saraya ait Aedicula heykelleri ve sütunlar ele geçmiştir. Bunların bir kısmı halen müzede korunmaktadır. Kent görkemli mimarisinin yanı sıra önemli bir sanat, özellikle tomruk olmak üzere ticaret, denizcilik ve transit geçiş noktası olmuştu.

Görsel delillerin bugün yokluğuna karşın sikkeler ve yazılı kaynaklar, geç antik dönemdeki Nikomedia’nın bir resmini anıtsal kamu binalarını ortaya çıkartacak şekilde sunabilmektedirler. Kent; bugün de olduğu gibi Körfez’e doğru uzanan tepe yamaçlarına kurulmuştu ve Libanius’a göre yoğun olarak bir araya sıkışmış, gerek özel gerek kamu yapılarını kapsıyordu. Helenistik ve Roma dönemine ait surlar altıncı yüzyılda hala ayakta durmakta ve bir keşişler binasını da kapsayarak tüm kenti çevrelemekteydi. Libanius’un gözünde en değerli binalar, saray ve kentin ortasında yüksek bir yamaçtaki tiyatro idi. 

Diocletianus, birçok sarayın yanı sıra karısı ve kızı için de saray yaptırdı. Ancak sarayların yeri kesin olarak bilinememektedir. Kimi antik kaynaklara göre olasılıkla bir burunda dolayısıyla deniz kenarında olan (Seka alanı) bir imparatorluk sarayı vardı. Ayrıca Libanius’un: saray denizden uzak değildi şeklindeki ifadesi ve 1745 yılında İzmit’e gelen gezgin Charles de Peyssonel’in bugün Seka işletmesinin bulunduğu alanı nerdeyse kesin bir ifade ile işaret etmesi birinin bu alanda olması olasılığını yükseltmektedir. Bir diğeri de yine yüksek olasılıkla zengin kalıntıların bulunduğu Çukurbağ Mahallesi’nde, üçüncüsü ise 2002-2003 yılındaki restorasyon esnasında temelde çıkan blok taşlara ve bulunduğu hakim noktaya bakarak Hünkar Kasrı’nın bulunduğu alanda olduğu düşünülmektedir. 

Diocletianus, 305 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrılan ilk Roma İmparatoru olarak tarihe geçti. Kendisinden önceki imparatorların hepsi ya doğal yollardan ölmüş, öldürülmüş ya da zorla görevden uzaklaştırılmışlardı. Split (Hırvatistan)'de Adriyatik Denizi kıyısındaki Salona'daki emeklilik sarayına çekildi. Vaktini lahana yetiştirmeye ayırdı. Sonradan gönüllü olarak bıraktığı görevine dönmesi istendiğinde; Salona'da ellerimle yetiştirdiğim lahanaları görseniz, böyle bir girişimde bulunmayı asla düşünmezsiniz diye cevaplamıştır. Diocletianus, 3 Aralık 316 yılında Split’te ölmüştür.

Akın Ülkü Sevinç