Merhaba Time Kocaeli okurları, işte, geldi bile Aralık ayı… Yani, eskiyen yıla veda edeceğimiz en son ay...

Aslında sanki 2019 yılına daha dün girmiş gibiyiz. Ancak göz açıp kapayana dek, koca bir yılı daha ardımızda bırakıp, güle güle demeye hazırlanıyoruz. Ve kısa bir süre sonra, hoş geldin diyeceğiz 2020 yılına…

Gelecek yıldan beklentilerimiz, her yeni yıla girerken olduğu gibi çok büyük. Belki de bu olumsuzlukları giden yıla yükleyip, umutları yeni gelecek yılın gizeminde bulacağımızı umut edeceğiz. Ya da böyle hayallerle kandırıp duracağız kendimizi… Yani, yeni ışıltılı bir yılın heyecanına ve arzularımızın cazibesine kapılıp, bıkıp usanmadan isteyeceğiz de, isteyeceğiz... Ne çare ki böylece yıllar gelip geçecek. Ömür denen hikâye bir gün yıllara veda edip, sona erecek. Ee, yaşamın kuralı da bu değil mi? Evet, yılın birinde, her fani arzu ve istekleriyle göçüp gidecek ama yıllar acımasızca hükmünü sürmeye devam edecek… Hadi gelin biz yeni yıla beş kala güzel şeyler düşünüp, hayal edelim olur mu? Mesela, sevdiklerinizle mutlu olmaya ne dersiniz? Yeni arkadaşlıklar, yeni aşklar bulmaya? Güzel bir musiki eşliğinde hayal kurmaya? İnanınız ki mükemmel olur. Güzel bir şarkının veya melodinin ruhumuza ne denli huzur verdiğini düşünebiliyorsunuz değil mi?

Evet şarkılar... İnsanı büyüleyen ve son hızla geçip giden yılların eskitemediği şarkılar. Yıllara onlardan daha iyi meydan okuyan var mı bilemiyorum. Hele de Türk Sanat Musikisi olursa bir başkadır huzurun tadı. Ve o şarkıların adı… Hicaz Makamı, Rast Makamı, Uşşak Makamı, Nihavent Makamı, Hüzzam Makamı ve Saba Makamı. Alıp götürür insanı nostaljik yıllara...  Ah şu şarkılar var ya, şu şarkılar… Bazen de insanı can evinden vurur.                                        

Hasreti, aşkları, acıları ve vefasızlıkları anlatır namelerinde… Yüze vurur bütün gerçekleri... Unuttum sandığın ne varsa geliverir aklına bir bir… Gün gelir kızarız, darılırız onlara… Ve “Ah bu şarkıların gözü kör olsun” der, atarız suçu üzerlerine. Bazen şarkılardan fal tutarız ve canımız istediğinde de “Şarkılar seni söyler, dillerde name adın” mısralarıyla sesleniriz sevgiliye…

Evet dostlar… Bilmem şarkıların yıllara kafa tutuşunu ve hayatımızdaki yerini anlatabildim mi? Sizleri de benim kadar etkiliyorlar mı veya onları dinlerken duygularınız şaha kalkıyor mu acaba? Daha doğrusu seviyor musunuz müziği? Hem de tüm renkleriyle her türlüsünü…  Bence hepsinin içinde bir anı gizli, pek çoğu dokunur yaşamımıza…

Örneğin ben birçok şarkı sözünü yaşarım yüreğimde. Tamam, ruhumun romantik yanı oldukça güçlü sayılabilir fakat şarkıların da bize yaptığı az değil hani… Örneğin Veda Busesi… Bu şarkı neden mi dokunuyor yüreğime? Çünkü sevgili eşimi tanıdığım ilk gün bu şarkı çalıyordu teypte, güçlü güçlü...                                                                                  Zeki Müren söylüyordu o büyülü sesiyle… İlk karşılaşma ve ilk etki… Unutulur mu? Ne ilginizi çeken kişi, ne de o andaki ortamı pozitif kılan etkili şarkı... Unutulur mu? Asla unutulmadı aramızda… Ve bizim şarkımız oldu sonunda

“Veda Busesi”. 

Ama mutluluğumuzun habercisi addederek. Sevgiyi anımsattığını sanarak… Ve yıllara nispet olsun diye...          Acaba bu şarkı sözlerini yazan kişi de aşk adına mı, ya da sevgiliden ayrılırken hissettiği hüzün adına mı yazmıştı bu sözleri? İşte beni inanılmaz şaşırtan ve sarsan da bu oldu... Geçen gün bunu öğrenme olanağı buldum çünkü. Şair, Orhan Seyfi Orhon hiç aklıma gelmeyen bir acı sonucu kaleme almıştı ne yazık ki bu dizeleri. İki aşığın birbirine söyleyeceğini düşündüğümüz bu sözler, bir evladın anısına yazılmıştı...  Şair kanser hastalığından dolayı kaybettiği kızının ardından yazmıştı bu eseri...

Veda Busesi’nin hikâyesini sizlere de anlatmamı ister misiniz? Peki, dinleyin o zaman... 

Babası kızının kapısını açarken biraz duraksadı, sessizce kapının kolunu aşağıya indirdi. Kızının bugün daha iyi olması için dua etti... Gün boyunca kızına sıkı sıkı sarılmayı düşünüyordu. O yüzden bütün işlerini iptal etmiş, akşama kadar onun yanında oturmayı planlamıştı... Uyuyup uyumadığını kontrol edebilmek için usulca yatağın üzerine eğildi, kızı perişan halde görünüyordu… Gözleri yaşaran baba, kızının bu halini görmesini istemediği için usulca dudaklarını 
kızının alnına koydu, öpmedi... Çünkü öpmek çok kısa bir andı. Öylece durdu ve derin derin nefes alarak kızının kokusunu içine çekti. Kız eliyle babasının kolunu okşadı. Baba biraz daha dursaydı gözyaşları kızının yüzüne damlayacaktı ve ağladığı anlaşılacaktı… Yatağın yanındaki sandalyeye oturdu. Kız o kadar bitkin düşmüştü ki çok kısık bir sesle “Babacığım, annemin öldüğü günü hatırlıyorum… Günlerce ağlamıştın... Şu son anlarımda senden bir şey istiyorum babacığım… Ben öldükten sonra hiç ağlamayacaksın, gözünden bir damla dahi yaş akmayacak, anlaştık mı?” dedi... Baba imkânsızı isteyen kızına baktı, başını hafifçe salladı. Kızı çok zor nefes alıyordu, birkaç saniye içinde nefes alışverişleri kesildi ve başı yana düştü… Hıçkırıklar arasında kızını kucağına aldı, kızının cansız bedeni hala daha ateşler içindeydi… Buna rağmen kızı üşümesin diye onu battaniyeye sararak bahçeye çıkardı… Kızını sandalyeye oturtarak yere çöktü… Başını kızının kucağına koydu, hıçkırıklarla ağlamaya başladı... İşte o an dilinden bu ölümsüz mısralar döküldü; Veda Busesi… 
Hani o bırakıp giderken seni, bu öksüz tavrını takmayacaktın Alnına koyunca veda busesi, yüzüme bu türlü bakmayacaktın 
Hani ey gözlerim bu son vedada, yolunu kaybeden yolcunun dağda Birini çağırmak için imdada, yaktığı ateşi yakmayacaktın 
Gelse de en acı sözler dilime, uçacak sanırım birkaç kelime Bir alev halinde düştün elime, hani ey gözyaşım akmayacaktın                                   

Orhan Seyfi ORHON