Havaalanında tanışan bir çiftten başka ne beklenirdi ki? Çıldırmış gibi seyahat etmeye devam ediyoruz. Özellikle de havayollarında yeni açılmış bir rota veya güzel bir kampanya olmasın.

İtalya’ya daha önce birçok kez gitmiştim. Roma’da yılbaşı kutlamış, Floransa, Napoli, Pompei gibi şehir ve birçok kasabasını gezmiştim. Ama aslen İtalya demek birçok kişiye göre Venedik demekti. Dünyada eşi benzeri olmayan bu masallar şehrini henüz görmemiştim.  Eşim Aslı, bunu bildiği için Pegasus’un Venedik’e hat açtığını öğrenince açılış hattıyla avantajlı satılan biletlerden hemen alarak bu güzel tatil organize etmiş.

SONUNDA VENEDİK’TEYİM

Aslı, daha önce bir İtalya gezisinde Venedik’e gelmiş. Bense kartpostallardan veya bilgisayarlardaki masaüstü görüntülerinden biliyordum. Dünyanın çok güzel olarak lanse edilen ve fotoğraflanan şehrinin aslında gerçekte o derece de iyi olmadığına defalarca şahit olmuştum. Ancak Venedik ise ne anlatılıyorsa ne gösteriliyorsa o ve çok daha fazlası çıktı. 

Venedik Marco Polo Havaalanına inince ne kadar büyülü bir yere geldiğimi daha o an anladım. Havaalanı suların içine kurulmuş. Uçaktan inip pasaport kontrolünden geçtikten sonra tabelaları takip edip birkaç dakika yürüyerek deniz kenarındaki teknelerin olduğu yere geldik. Marco Polo Havaalanı, Venedik’in İtalya kara parçası üzerinde bulunuyor. Asıl hedefteki Venedik ise buradan tekneyle yaklaşık 1 saatte gidilen adalar topluluğu.

BİR MASALIN İÇİNDEYİZ

İlk günümüzde inanılmaz bir fırtına ve sağanak yağmura yakalandık. Hemen kendimize renkli birer yağmurluk alıp Venedik’in bir parçası olmaya adım attık. San Marco’da tekneden indiğimizde resmen rüzgâr bizi uçuruyordu. Ellerimizde bavullarımızla sırılsıklam olmuştuk. Şehirde binlerce turist renkli yağmurluklarıyla ıslanarak gezmeye devam ediyordu. O an o yağmurlukları üzerimize giyip puzzle’ın bir parçası olduk.

Venedik, İtalya’nın kuzeyinde birbirinden kanallarla ayrılmış ve birbirine 2-3 adımda geçilebilen köprülerle bağlanan 118 tane adanın üzerine kurulmuş. Bu muhteşem şehir, kıyı şeridi boyunca uzanan Venetian Lagoon bataklığında, Po ve Piave nehirlerinin deltaları arasına kurulmuş. 

Havaalanından Venedik’e doğru giderken deniz yolu taşımacılığının nasıl harika bir şekilde işlediğini hemen anlayabiliyorsunuz. Deniz üzerinde kazıklarla otoban şeridi gibi şeritler yapmışlar. Tekneler bu şeritler içerisinde aynı karayolu mantığıyla ilerliyor. Yani çok iyi yapılmış bir otoban gibi de diyebilirim.

1 saat kadar süren yolculukta inilecek olan esas durak San Marco Meydanı. Tekne buraya gelene kadar birçok durakta duruyor. San Marco Meydanı, San Marco Bazilikası’nın da bulunduğu kentin tam merkezi. Bu meydanda açıldığı andan kapanana kadar hiç durmadan canlı klasik müzik konseri verilen kafeler var.

SAN MARCO’DA KAHVE İÇ, TİRAMİSU YE

Dünyada bu keyfi bu kadar iyi yapabileceğiniz başka yer zor bulunur. Çünkü İtalya’da espresso harika yapılıyor, tiramisu da… Ortam fazlasıyla büyülü. Café Lavena, Bar All’Angolo, Café Florian onlarcasından bazıları.

CAFE FLORIAN 1720’DEN BERİ

300 yıllık bir kafe... Hem de hiç kapanmamış. İtalya’da açıldığı günden bu yana hiç kapanmadan işlemeye devam eden en eski kafe. Yani nasıl bir tarih olduğunu siz düşünün.. Burada kimler oturup bir şeyler içmemiş ki! Dünyanın en ünlü yazarları, filozofları, siyaset adamları, aktörleri, 300 yıldır burada oturmuş.

HAYATIMDA İÇTİĞİM EN İYİ SICAK ÇİKOLATA

Vivaldi’de Florian’ın en iyi müşterilerindenmiş. Hayatımızda içtiğimiz en iyi sıcak çikolatayı burada içtik diyebilirim. Tiramisu ve kahveler de muhteşemdi. Beyaz ceketleriyle servis yapan garsonlar sanki 300 yılın her dakikasını hafızalarında taşıyormuş gibi yaptıkları işe hâkimler. Florian açıldığı an başlayan klasik müzik konseri tüm gün kafe kapanana kadar devam ediyor. Her 1 buçuk - 2 saate bir gruplar değişiyor. Ama meydanda klasik müzik asla bitmiyor. Florian kesinlikle Venedik’in sembollerinden biri. Aynı diğer yüzlerce yıllık tarihi yerleri. Hâl böyle olunca menüdeki fiyatlar da biraz farklı oluyor. Bir sıcak çikolata için 90-100 lira ödemek durumunda kalıyorsunuz. Tabii bu fiyatların sebebi aslında Vivaldi’nin burada yıllarca kahve-kokteyl içip beste yapmış olması değil, bizim paramızın değersizliği.

SOKAKLARINDA KAYBOLUN VE YOLU BULMAK İSTEMEYİN

Venedik, M.Ö. 1100’lü yıllarda kurulmaya başlanmış. M.S. 402 yılında Bizans İmparatoru İtalya topraklarına saldırmaya başlamış. Gotlar tarafından yakılıp yıkılan şehirlerinden kaçmak zorunda kalan Venedikliler çareyi akarsuyun yönünü değiştirerek bu suyu lagüne doğru yönlendirmekte bulmuş. Böylece şehrin etrafı sularla kaplanmış. Yüzyıllar boyunca lagünün nimetlerinden faydalanarak geçimini sağlayan Venedikliler, bu suların içinde hayatta kalmayı becermişler. Böylece Gotlardan korunan Venedikliler bir mühendislik harikası olan bu şehrin temellerini atmışlar. 

PEKİ AMA O BİNALAR NASIL ÇÜRÜMEDİ

Önce, çevredeki ormanlardan kestikleri kütükleri yüzdüre yüzdüre getirmişler. Sonra minik çamur adacıklarının arasındaki kanalları derinleştirip çıkan çamurla bunların zeminini biraz daha güçlendirmişler ve sonra da kazıkları bir bir çakarak çamurla sıvadıktan sonra yaşam alanlarını yaratmışlar. Kazıkların bir kısmı şuan Slovenya ve Hırvatistan olan bölgeden getirilmiş ve meşe, karaçam gibi suya dayanıklı ağaçlardan oluşuyor.

Ahşabın çürüyebilmesi için hem hava hem de suyun aynı anda ahşaba nüfuz etmesi gerekiyormuş. Suyun altında oksijen olmadığı için ve lagün suyunun zengin alüvyonları ve killi toprağı kazığın etrafına toplamasıyla ahşap kazıklar bir kaya kadar güçlenip kazığın çürümemesini sağlıyormuş. 

Kazıkları birbirine çok yakın çakıp zamanla alüvyonlar suyun üzerine çıkmasın diye taşlarla doldurmuşlar. Özellikle su geçirmediği için mermer kullanılmış ve duvar örme işinin temelleri de yine bu zamanda atılmış. Venedik’in alt yapısını oluşturan bu kazıklar üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen hala bir kaya kadar sağlam ve binaların temelleri bu kazıklarda oluşup taştan binalar bu temellerin üzerine oturtularak yapılmış.

Veneto halkı saldırılardan kurtulabilmek için bataklıktan dönüştürdükleri bu lagünün dünyanın en romantik, en ilginç, en güzel şehri olduğunu görseydi gözlerine inanamazdı herhalde… 118 ada, 400’den fazla köprü, irili ufaklı onlarca meydan, harika yapıt binalar, heykeller, Arnavut kaldırımı sokaklar, daracık sokaklar, kanallar, gondollar, godollarda serenat eşliğinde gezen âşıklar, Riato Köprüsü, harika restoranlar, kafeler, dünyanın her yerinden gelen binlerce-milyonlarca turist… Şehrin her yeri sit alanı. Tamamı korunuyor. Tüm sokakları, köprüleri, meydanları tablo gibi. Harika bir dinginlik, huzur ve havada enfes kokular…

DARACIK KANALLRDA KUĞU GİBİ SÜZÜLEN KARA GONDOLLAR

Neyse ki ikinci gün hava birden açtı ve mevsim yaza döndü. Biz de tekrar yazlık kıyafetlerimizi giyip hemen bir Venedik klasiği olan gondola turuna katıldık. Venedik’in kanalları arasında gondolla gezdik. Birbirine çarpacakmış gibi yakından geçen gondollar daracık kanallarda kuğu gibi süzülüyordu. Venedik’te 45 dakikalık gondol turu için iki kişi 80 Euro ödüyorsunuz.

MUHTEŞEM PİZZALAR, MAKARNALAR

Venedik’te birbirinden iyi restoranalar bulunuyor. Take a way tarzı makarnacılar veya Michelin yıldızlılar… Denediğimiz her şey çok iyiydi. Suso isimli dondurmacıyı önünden geçerken kapısının önündeki deli kuyruğu görünce keşfettik. O an acelemiz vardı, sıraya giremedik ama ertesi gün döndük, orayı bulduk ve o efsane dondurmayı yedik.

Venedik bir gurme şehri. Deniz ürünleri, Deniz ürünleri ile yapılmış harika makarnalar, risottolar, super pizzalar, fırınlar, tatlıcılar… Sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar yürüdüğümüz için canımızın çektiği her şeyi vicdan azabı çekmeden keyifle yedik.

Ölmeden önce görülmeli...

Evet, işte böyle muhteşem bir yer. Buranın sokaklarıyla, köprüleriyle burayı Venedik yapan şeylerle ilgili hikâyeler bitmez. Ölmeden önce görülmeli. Venedik için 1 gün az, 2 gün çok derler. Eğer saraylarını, müzelerini, kilise ve bazilikalarını yani tarihi yerlerini detaylı gezeceğim derseniz haftalar, aylar yetmez.

Ama birçok turist buraya günü birlik gidiyor. Biz 3 tam gün kaldık. 1 günümüzü Murano, Burano ve Torcello adalarına ayırdık. Murano’da cam atölyelerini, Burano’da renkli evleri ve sokakları gezdik. Torcello’da gerçek bir İtalyan düğününe katıldık. Akşama tekrar Venedik’e döndük. Tekne San Marco iskelesine yanaşırken büyülü şehir akşam yemeğine hazırlanıyordu.

Tolga Tamer