İnsan, var oluşundan beri temel ihtiyaçlarını giderebileceği bir yaşam tarzı seçmeye özen göstermiştir. Ancak gelişen teknoloji, bilim ve psikolojiyle bu ihtiyaçlar de gelişmiş ya da biçim değiştirmiştir. 
Önceden sadece barınabilmek yeterliyken şimdi yaşam alanlarını tercih ederken kriterler oluşturmaya başladık. Beslenme konusunda seçici olmak mümkün değilken, şimdi damak zevkine hitap eden mutfakların arayışına girer olduk. İlk çağlarda güvenlik için ağaçların tepelerine barınaklar yapılırken şimdiki güvenlik kaygılarımız trajik bir biçim aldı. Sağlıklı bir yaşam sürebilmenin şartları da oldukça değişti. Gerçek sağlıklı bir halden bahsedebilmemiz için sadece bedenen sağlıklı olmamız da yetmiyor artık. Ruhen sağlıklı olmadığımızda sağlıklıyız diyemiyoruz. Bütünde sağlıklı bir hayat sürebilmek için temelde yapılması gerekenlere ek olarak herkes için ruhen sağlıklı olmasını destekleyecek şartlar farklılık gösterebiliyor. 

TÜRKİYE’DE İLK

Kurban bayramı tatilini değerlendirmek için ailemle Sığacık’ı tercih ettik bu sefer. Sığacık fikri nereden çıktı derseniz; İzmit’te benim için kıymetli ablalarımdan biri olan Derya Abla ve eşi Veysel Abinin kafayı kırıp Sığacık Kale içinde bir otel inşa etmesiyle haberdar oldum bu şirin sahil kasabasından. Kafayı kırmak deyimini burada eyleme geçebilecek cesareti bulmak anlamında kullanıyorum. Sığacık, Türkiye’de cittaslow unvanını hak eden ilk kasaba. Cittaslow (yavaş şehir) 1999 yılında İtalya’nın Greve in Chianti kentinde kurulan Cittaslow Birliği nüfusu 50.000 altında olan kentlerin üye olabildiği uluslararası bir belediyeler birliğiymiş. Birçok dizi ve filme de doğal film platosu olmuş Sığacık. 
Son yıllarda İstanbul başta olmak üzere birçok büyük şehirden göç almış Sığacık. Peki, bir insan kurulu düzenini, güvenli alanını, alışkanlıklarını bırakıp göç etme cesaretini kendinde hangi dürtüyle bulur? 
Son şeklini alan temel ihtiyaçlarının giderilmediğini hisseden insan, bir süre bununla yaşamaya, alışmaya çalışır. Kimisi alışır da. Ama bazıları bu düzene ayak uydurdukça mutsuz olduğunu fark eder ve eyleme geçer. O eylemlerden biridir göç etmek. 

BASİT YAŞAM NE DEMEK?

Bu şimdilik sakin, samimi, güzel kasabaya da insanları çeken şeylerden en önemlisi basit bir yaşamın olması. Stresten, kargaşadan, telaştan uzak olması. Basit yaşam ne demek peki? Anlattıklarına bakılırsa “El alem ne der”den uzak, bir şort bir tişörtle geçirilen, statü kaygısı olmayan, sadece kendine ve çekirdek ailene sorumlu olduğun, zeytinyağlı yemeklerin tüketildiği bir hayat. Basit yaşadığında kendine ayıracak zamanın da kalıyordur muhtemelen. Stres savar olarak da unvansız, kimliksiz sosyalleşmeyi tercih etmişler. Neyi kast ediyorum; mühendis bir beyle salaş şortu ve üstünde aynı serbestlikte bir penyeyle karadut şurubu satarken tanıştık mesela. Bir öğretmen kolyeler tasarlayıp satıyordu. Unvan kaygısı olmayan yerde stres pek barınamıyor da anlaşılan. Tertemiz havasından olsa gerek, sabah oğlum ve eşimle kale içinde yürüyüşe çıktığımızda esnaf bizi dükkânların önünde tüm güler yüzlülüğüyle temizlik yapıp, müşteriler için stantlarını hazırlarken selamladı, günümüzün iyi geçmesi için temennilerde bulundu. Oysa daha gece yarısı turist yoğunluğuyla ilgilenirken görmüştüm onları. O saatten sonra ne ara uyumuş dinlenmiş ve yüzlerine bu sıcak gülümsemeyi takınmışlardı öyle?

YAVAŞ ŞEHİR KALIR MI?

Görünüşe bakılırsa güler yüzlü insana aç kalmışız büyük şehirlerde. Evet, sorumluluklarımız var. O yüzden bu koşuşturmamızı anlıyorum ancak yüzümüze bir tebessüm kondurabilmek için buralardan kaçmamız mı gerek o kısmını anlayamıyorum. 
Samimiyete, sükunete, kendine zaman ayırmaya, temiz havaya duyulan özlem bizleri bir bir göç etmeye itecek gibi duruyor. Fakat on yıl önce kale içinden ev alarak oraya yerleşmiş bir çiftin dediğine bakılırsa Sığacık da artık kaybedilmiş bir şehirmiş. Eski tadı kalmamış, çok kalabalıklaşmış. Bu da bize zaman içinde kafayı kırdığımızda yerleşebileceğimiz bir yavaş şehir kalır mı sorusunu sorduruyor. Mevcut şartlarda mutluluğun sınırlarını zorlamadığımız müddetçe göç de iç huzurumuzu dengeleyemeyecek, bize tat vermeyeceğe benziyor. 
Şehirleri yavaşlatmamız mümkün değil ama biz kendi içimizde yavaşlamayı denersek kim bilir belki şirinleri bile görebiliriz?