Merhaba, bu yazımda içinde bulunduğumuz süreçten veya sebep olan şeyin adından bahsetmeyeceğim. Biliyorum hepimiz bu durumdan ve sonuçlarından dolayı fazlasıyla mutsuz günler geçirmekteyiz. Çok üzüldük ve sıkıldık. Eski resimlere bakarken, uzun zamandır aramadığımız yakınlarımızı, dostlarımızı hatırladık. Seslerini duyma ihtiyacı hissettik. Ama iyi ama kötü fazlasıyla sıkıldık ...!

Bu yazımda sizlere güzel bir şeyden bahsedeceğim. Mutluluk…
Mutluluk hakkında söylenen sözlerden, mutlu bir aşk için yaşanan hayatlardan, kitaplardan yaptığım alıntılarla sizleri biraz olsun mutlu etmek istiyorum. Mutluluk; insanın hiçbir sıkıntısı ve kederinin olmaması durumudur. Mutluluk kişinin kalbinin kuşlar gibi kanat çırpması, yüzünden kocaman bir gülümsemenin eksik olmamasıdır. Mutlu insan, çevresine de ışık saçar. Yaydığı pozitif enerji ile hayatımıza anlam ve güzellik kazandırır.
Bazen kazanılan bir sınav, bazen iyi bir haber, bazen de sıcacık bir sevgi sözü mutlu olmamızı sağlar. Sebep ne olursa olsun, mutluluk dünya’nın en güzel duygusudur. Bu duygu kişiye cesaret verir, onu alıp başka dünyalara götürür. Kişinin özgüvenini yerine getirir. Sürekli neşeli olan, her zaman yüzü gülen insanların çok daha uzun bir ömür sürdükleri bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Peki ya ne yapmalı da mutluluğu elden bırakmamalı? Mutluluk insanın elinde olan bir şey mi? Bazen elde olmayan sebeplerle mutsuz olsak dahi mutluluğu bir yaşam tarzı olarak benimsemek sizin elinizde. Hayata pozitif bakın. Bardağın boş değil dolu tarafını görün. Her zaman gülümserseniz hayat da her zaman size gülümser. Bunu yapabilmenin en kolay yolu ise içinde bulunduğunuz durumdan şikâyet etmemektir. Düşünürseniz  dünyada her gününü savaş içinde geçiren, her an ölüm tehdidi ile karşı karşıya insanlar var. Afrika’da açlıktan ölen binlerce çocuk var. Bunların karşısında bizim üzüldüğümüz şeyler boşunadır. Kendimizi üzmeyelim, mutlu olmak için sahip olduğumuz şeylerin değerini bilelim. Özellikle şu dönemde mutlu olmak için o kadar da büyük şeylere ihtiyacımız olmadığını hepimiz farkına vardık. Önemsiz gördüğümüz özgürce dolaşabilmek, hep ertelediğimiz sporu yapmak, yürüyüşe çıkmak ne kadar da mutluluk veriyor.

Mutlu olmanın, herhangi bir coğrafyası, ırkı, rengi veya dini yoktur. İçinizde kendiniz keşfedin. Tabi bunu yapmak için bazı şeyler gerekli diyorsunuz, mesela herkes bildiği, keyif aldığı işi yapsa, kimse zorlanmasa, başka işlere yönlendirilmese veya ekonomi izin verse. Mutlu olduğu kişi ile evlenebilse, mutlu olduğu, huzur bulduğu kişiler ile hiçbir menfaat ilişkisi gözetmeden sadece mutlu olduğu için görüşse ne güzel olurdu değil mi?

Mutluluk kimi için kavuşamadığı ama onu yaşattığı bestesi veya şiiri, kimi içinse imkânsız aşklarda…..
 
Size, Amerikalı Profesör Maximilian Wagner ile Nadia aşkını anlatmak istiyorum, belki sonunda birlikte paylaştıkları mutlu hayatları olmadı ama profesör ölmeden önce kendisini mutlu eden o güzel hikayeden bahsetmek istiyorum .Zülfü Livaneli’nin kitabında anlatılan bu hikâye’nin sonunda kavuşamasalar da, mutlu olarak hayata gözlerini yuman aşıkların hikâyesinden bir parça yazacağım.
 
1934 yılında, Münih şehrinde doğan, Hukuk fakültesinde ilk eğitimini aldıktan sonra ardından Almanya da Nazi dönemini, Hitler zulmünü bizzat yaşayan profesörün acı dolu hikayesi. Nazi’lerden kaçıp İstanbul’a gelen, 1939-1944 arasında İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan, eşi Yahudi olduğu için ondan ayrılmak zorunda kalan bir aşk hikayesinden bahsetmek istiyorum. 

Türkiye’deki görevi bittikten sonra, eğitimini tamamlamak ve eşi ile birlikte yaşamak için Almanya’da hayatına devam etti. Fakat Hitler’in yükselişi ile beraber gelen korku ve savaş artık korkunç bir şekilde hissediliyordu. Evlenip, kimliklerini değiştirmeleri gerekiyordu, böylece eşini Amerikan vatandaşı gibi gösterip tanıştıkları yer olan İstanbul’a kaçacaklardı, fakat öyle olmadı. Fransa sınırındaki kimlik kontrolü onların bu hayaline büyük bir darbe vurdu. Üniversiteden dekan yardımcısı Alman asıllı biri, eşinin Yahudi olduğunu bildirmesi ile korkunç ayrılık başladı.. Vedalaşamadan ayrıldıkları o gün bir daha kavuşamayacaklarını bilmiyorlardı. Evet maalesef de öyle oldu bu dünyada bir daha hiç kavuşamadılar. Diyecekseniz ki, kavuşamayan ve acı içinde ayrılan bu çift nasıl mutlu olmuş olabilirler? İşte ben de bundan çok etkilendiğim için bunu sizinle paylaşmak istiyorum.

Yıllar sonra 2005 yılında Amerika’dan İstanbul’a ziyaret amaçlı gelen profesör, İstanbul üniversitesi yardımcı dekan Maya Hanım ile tanıştı. Kendisini gezdirmesi ve arkadaş olması için ona bu görevi Dekan Bey vermişti. Profesör, kendisinden, sabah kaldığı otelden sabah 04’te almasını ve Şile’ye gitmelerini istemişti. O zaman bunun ne anlama geldiğini anlamayan Maya, pek anlam veremese de kış günü Şile’ye gitmek zorunda kaldı. Bir sahile gittiler ve profesör yanında getirdiği kemanı çıkarıp, Nadia ile ilk buluştuklarında beraber dinledikleri, serenad bestesini çalmaya başladı. Hava çok soğuktu, fırtına başladı, 92 yaşında olan profesör yere yığılıp kaldı ve sürekli ‘struma’ diye sayıklıyordu. Maya, beraber gittikleri şoför ile yakınlarda eski bir motel bulup profesörü oraya taşıdılar. Otel’e döndüklerinde kendine gelen profesör neden orda olduklarını anlatmaya başladı ve bu hikayesini kendisinden yazmasını ve araştırmasını istedi. İşte bende gözlerimin dolduğu bu hikâyenin en etkileyici yerini sizlere söyleyeceğim, okumayan var ise mutlaka okunması gerektiğini belirtmek istiyorum.

Profesör, Nadia’nın Almanya’dan gemiye bindiğini ,Filistin’e  giden geminin Şile yakınlarından geçeceğini haber almıştı. Hemen oraya gidip haftalarca gemiyi beklemişti. Gemi gelmişti fakat siyasi anlaşmadan dolayı gemiden yolcu indirmek yasaktı. Struma gemisiydi o, 1942 de facia olarak anılan gemi, Rusya tarafından kara sularına girdiği bahanesiyle bombalanan, sadece bir kişinin kurtulduğu felaketin yaşandığı struma! O anı son kez yaşayıp orada serenad çalarak ölmek istemişti. Şile sahiline gidip ona kemanı ile çaldığı serenad nasıl bir mutluluk yaşadığı ve bununla kalmayıp, sırrını paylaştığı İstanbul Üniversitesi Dekan Yardımcısı Maya Hanım ile o anları tekrar yaşamasını sağlayacak bu romanın yazılmasına sebep olması onu çok mutlu etmişti. Maya profesöre söz verdi. Bu hikâyeyi yazacaktı ve bir şey daha vardı, yanından ayırmadığı kemanı Maya’nın oğluna hediye verdi. Profesör, Amerika’ya döndü, Maya yazdığı satırları ile onu ziyarete gitti, sizlere çok kısa anlattığım bu hikâyeyi okudu ona, Profesör, teşekkür etti ve ekledi ‘’ben artık mutlu biri olarak öleceğim, aşkımızı herkes bilecek dedi…
Evet, ne kadar anlatabildim bilmiyorum ama ben bu hikâyeyi okurken gözlerim dolmuştu. Kısa bir özet geçtim ve size mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. (Serenad)
Sonra, kendi kedime şöyle dedim "Mutluluk, aslında ne kadar basit ama sen mutlu olmak istersen" dedim kendi kendime…

Bu yazımı Mayıs ayında yazmam beni ayrıca mutlu etti, Mayıslar, Samsun’a çıkıştır, anneler günüdür ve benim evlilik yıl dönümüm, mutlu olduğum yirmi seneyi geride bıraktık ve çok mutluyuz.
Sizlerin de çok mutlu olduğunuz bir hayat sürmeniz dileği ile…