Ocak ayının, yani yeni senenin ilk ayından sonra gelen şubat ayı için ne dramatik hikayeler anlatırlar değil mi? İşte bizlerde şu an tam oradayız. Roma’nın kurucusu Romulus’un emriyle düzenlenen ilk takvimde olmamasına ve başına gelmeyen kalmamasına karşın kendisine her ne kadar çilekeş, garip şubat deseler de ben katılmıyorum. İster 28 çeksin, ister 29, ne fark eder. Çünkü içi sevgi dolu. Kar tanelerinin saf ve temiz yüzü sevgiyi indirmiş yeryüzüne. Demek ki, şubat ayı, AŞK ayı.. Sonra, şubat ayı benim dünyaya geldiğim ay. Gözümü bu sevgi çemberinin içinde açtım. Ve şuna inanıyorum ki, şubat ayının soğuğunda çarpmaya başlayan yüreğim daima sıcacık sevgi dolu. Ayrıca biz bol karlı kışların keyfini tam anlamıyla çıkartmış ve bu zevki yaşamış bir jenerasyonuz. Yaz aylarını ve onun özgürlüğünü sevdiğimiz kadar, kış aylarını ve kış aylarındaki heyecanımızı, hiç üşümeden saatlerce karlarla oynadığımızı asla unutamaz ve kar küresi muhteşemliğinde geçen kış aylarının hayaliyle yaşarız. Şubat ayının kar tanelerini içimizde hissederek, resim defterimizi şekilleriyle süslerdik. Kocaman odun sobasının etrafında toplandığımız kış gecelerinde,soba üstünde pişen kestanenin kokusunu içimize çekerek yemeyi heyecanla beklerken, büyüklerimizin anlattığı masallardan en popüler olanının “ KAR TANESİ” masalı olduğunu hatırlarız.
Evet; Bembeyaz pamuklar gibi uçuşan kar taneleri. İçimize dolan, ağzımızla yakalamak için peşinden koşuşup durduğumuz ve elimize düştüğünde bir anda yok olan sihirli kelebekler. İster misiniz sizlere de “ Kar Tanesi” hikayesini anlatmamı ve sizleri de çocukluğunuza götürmemi.
E haydi dinleyiniz o zaman..;
Bir zamanlar küçücük bir kar tanesi varmış. Kış aylarının gelmesini, gökyüzünden yeryüzüne uçarak inmeyi sabırsızlıkla bekliyormuş. Bizim hikâyemize konu olan kar tanesi, diğer kar tanelerine nazaran biraz küçük, cılız ve çelimsizmiş. Zaman geçmiş ve nihayet şubat ayı gelmiş. Havalar iyice soğumuş. Gökyüzündeki bütün kar taneleri yeryüzüne inmek için hazırlıklar yapmaya başlamışlar. Veee, beklenen an gelmiş. Bulutlar kararmış. O kara bulutların arasından bembeyaz kar taneleri teker teker yeryüzüne doğru uçuşmaya başlamışlar. Bütün kar taneleri çok mutluymuş. Her sene bu ayın hayalini kurar ve yeryüzünde onu heyecanla bekleyenlere kendilerini göstermek için can atarlarmış. Kar taneleri gururlu gururlu aşağıya doğru salınırken bizim kar tanesi de cesaretini toplamış ve kendisini gökyüzünden atıvermiş. Uçmuşşş, uçmuş ve sonunda yeryüzüne inmiş. Ama çok heyecanlıymış. İnsanları, hayvanları ve tüm doğayı gördüğüne çok sevinmiş. Ancak, bir anda hiç beklemediği bir şey olmuş. Büyük bir rüzgar ağaçları savuruyor, çatıları uçuruyor, insanları koşuşturuyormuş. Küçük kar tanesi korkuyla etrafını seyrederken birden dengesini kaybetmiş ve ayağı kaymış. Sağa, sola savrulmaya başlamış. Rüzgar o kadar şiddetliymiş ki hiçbir yere tutunamıyormuş. Kar tanesi oradan oraya savrulmuş. Yükselmiş, yükselmiş. Ne kadar uçtuğunu anlayamadan uyuya kalmış. Gözünü açtığında arkadaşlardan hiçbirini görememiş. Bir o yana uçmuş, bir bu yana. Nereye ineceğine karar veremiyormuş. Sonunda çok sevimli gördüğü bir canlıyı seçmiş. Ve, bir çocuğun eline düşmeye karar vermiş. “Bu bir çocuk. Onlar beni çok severler. Ve, ben en çok onun ellerinde mutluluğu bulabilirim” demiş. Böyle düşünürken alçalmış, alçalmış ve çocuğun eline konuvermiş. Çocuk sevinçle annesine seslenmiş. “Anne, anne bak. Elime çok güzel bir kar tanesi düştü. Bu minik kar tanesi ülkemize ve bize iyi, uğurlu haberler getirmiştir mutlaka. Bu uğurlu bir kar tanesi. Yaşasın” diye bağırmış. Kar tanesi çocuğun sözlerini işitince çok mutlu olmuş. Çocuğun minicik, sevgi dolu ve sıcacık ellerinde huzurla eriyerek, bir su damlacığına dönüşmüş.
Yorumlar (0)